1 Kasım 2017 Çarşamba



                                           Dinler ve Sosyal Nizamlar Benzeşirler mi?


        Dinlerin toplumu dizginlemek, iktidar sahiplerinin halkı kolayca sömürmesini sağlamak için bir uyuşturucu gibi kitlelere empoze edildiği iddiasıyla sizde bir yerlerde karşılaşmışsınızdır. Hatta dinlerin kuruluşunun diğer sosyal düzenlerin ortaya çıkışları ile kıyas edildiğini, Komünist Rusya'nın kurucusu Lenin'in ile Hz. Peygamber'in  benzeştiğini, farklarının ise ideallerini gerçekleştirmek için birinin kendini peygamber olarak tanıttığını söyleyenleri duymuşsunuzdur. Bu gibi iddiaların yanlışlığı ve yapılan kıyasın hatalı olduğu üzerine aklıma varid olanları yazıyorum.

      Peygamberlerin devrimlerini gerçekleştirmek için kendilerine vahy isnad ettikleri kabul edilirse, ya kötü niyetli birer yalancı oldukları, dünya iktidarı için peygamberlik iddia ettikleri, yahut iyi niyetle, içlerinde bulundukları çarpık toplumu düzeltmek için yalana baş vurmuş olduklarını kabul gerekir.

     Diktatör olmanın, bir toplumda iktidarı ele geçirmenin en kolay yolunun peygamberlik iddiası olmaması bir yana, iktidar düşkünü bir yalancının  yapmasını beklemeyeceğimiz bazı şeyleri bu zatların hayatında bulamadığımızı bir görelim. Bu kişilerin gayesi zenginlik olsa fırsatını bulduğunda, günümüz diktatörleri gibi, kendini zengin edecekleri ortada.  Eğer maksatları zenginlik değil de hükmetmek ve tarihe geçmek ise, bu mümtaz idealist yalancıları tebrik etmek lazım gelir. Dünya malına düşkün olmamak, hatta ailesini bile ondan mahrum etmek, zühdü tavsiye etmek pek davasına inanmayan kişilerin yapacağı şeyler değil, ne de olsa. Ve dahi uydurduğu dinin garip ritüelleri olmaması beklenirdi. Yahudilerin Tevratın'da, ve mesela Kuran'da bu gibi yasaklar ve emirler pek çoktur. "Anasının sütünde kuzusunu pişirme", veya "yün ve keten beraber dokunan kumaşı giyme", "Kadınlarla birlikte olduğunuzda yıkanın" gibi... Bu gibi mantıki bir gerekçesi olmayan emirlerle kitaplarını doldurmamalarını ve dinlerinin yayılmasını yavaşlatacak işlere girmemelerini beklerdik.

     Eğer bu yalancı iyi niyetli bir devrimci idi ise, dünya malına meylinin olmaması ve iktidarda azmaması anlaşılabilir olurdu. Madem böyledir, muarızlarının bu insanlar hakkında köpüre köpüre hakaretleri manasızdır, ve birine uyulacaksa bu zatlara uymak mantıklı olandır. Bu devrimcinin zekat gibi topluma etki eden hükümlerle sosyal adaleti sağlamaya çalışmasını anlamak mümkün ise de, namaz ve oruç gibi toplumla bağlantısız ibadetlerde inadını anlamak mümkün olmaz.. Günümüz aktivistlerine benzeyen bu arkadaşın, davasına bu denli bağlılığı, kendinin inanmadığı bir dava uğrunda, bir yalancı olduğunu bile bile, pek çok işkencelere sırf toplumsal adaleti sağlamak uğrunda katlanması manasız değil midir? Hem bu denli yüksek karakter ve cesaret sahibi bir kişinin devrimci olması için yalancılıkla peygamberlik iddiasına da gerek yoktur. İnsanları kişisel karizması ile de peşine takmayı gayetle başarabileceği aşikardır.

       Eğer bu kişinin akıl hastası olduğunu kabul etsek, akıl hastalarından tarihte iz bırakan veya toplumda önder bir konuma gelen birilerini bilmiyoruz. O kişiler kendi havaici asliyelerini teminde bile zorluk yaşarlar. Kendilerinde olağan üstü haller vehmeden her kişinin peşine takılmak insanların adetlerinden değildir.

     Peygamberlerin gaipten verdiği haberlerin hakikat olduğuna, kendilerinin Alemlerin Rabbi tarafından memur olduğuna en büyük delil yaşantıları, ahlaklarının kemali, kurdukları düzenin insan iradesinin mahsulü olmasının akla uzak oluşundan anlaşılmaktadır. Hangi insan inanmadığı bir, peygamberi olmadığı ve vahyini almadığı bir ilah için geceleri saatlerce teheccüt namazı kılar,oğlunu kurban etmeye kalkar veya herhangi dünyevi bir sebebi olmadığı açık olan hükümleri muhtevi bir sistem ortaya koyar? Dünyanın hiçbir yerinde ister beşeri ister ilahi olsun, hiçbir dinin sadece dünyada bir düzen kurma gayesi gütmediği açıktır. Dinlerin ortaya çıkış saikleri ne komünizimde ki işçi sınıfının ezilmesi gibi sosyal gerçeklikler, ne de kapitalizimde ki  gibi insanın içindeki daha çoğuna sahip olma hırsı.. Tüm din kurucular zühd hayatı yaşamış, hayatın manasını kavramaya çalışmakla uzun müddet ömür tüketmiş kişilerdir. İlk yaptıkları tebliğ bu hayattın geçiciliği ve dünya metaının değersizliği üzerine olmuştur. Bunlardan pek azı bir iktidar elde edebilmiş, iktidarlarında asla bir tiran gibi hareket etmemiş, iktidar ele geçirmelerinden sonra bile dinlerini uhrevi ödevlerden soyutlamamışlardır. Dinlerin kurucularından sonra dünyevileştiği iddiaları da bu savımızı destekeler mahiyette değil midir?

     Peygamberlere ilk uyanların çoğunlukla toplumun alt tabakasından çıkması davamıza zarar vermez. Günümüzde bile dindar insanların çoğu fakirler arasında olmasının esas sebebi, bu insanların bu dünyada tadamadıkları zevkleri ahirette tadacakları umudu değil, zenginlerin dinlerin dünyevi zevklerin bir kısmını yasaklar mahiyette olmasından dindarlığa pek yanaşmamalarıdır. Bir diğer deyişle, dinler fakirleri teskinden çok zenginleri ve iktidar sahiplerini dizginler vaziyettedir. Hiçbir dinin faize müsamaha etmemesi, zenginlerin malında fakirlerin pay sahibi olduğunu bildirmesi sözümüzü ispata kafidir.