25 Mayıs 2017 Perşembe

Edison cennete girecek mi?



         Günlük hayatta tanıştığımız veya bir şekilde yüksek insani değerlere sahip olduğunu gördüğümüz gayri müslimlerin cehennem ehli olduğunu düşününce bazılarımızın içinde bir itiraz yükselir. Hatta bazı alimlerin bu düşünce ile deizme sürüklendiğini bile görüyoruz. İnsanlığa çokça hizmeti geçen Edison'un ebedi cehenneme, hayatı menhiyatla geçen bir müslümanın ise cehenneme girse bile nihayetinde ebedi cennete gireceği hükmüne itirazlar çokça karşılaşılan şeyler.

        Eşarilere göre bir insan ehli fetretten ise ateist bile olsa cennete girebilir. Maturidilere göre ise ehli fetret bir ilaha iman ile mesuldürler. Kensi de bir eşari olan İmam-ı Ğazzali Peygamberin gönderildiğini bilmeyenler; bunlar ehl-i necattır. Bilip de inkâr edenler; bunlar ehl-i cehennemdir. Duyan fakat tahkik etmeyen, yanlış işitenler; bunların da necat ehli olması ümit edilir, demiştir. Demek kendisine bir din haberi ulaşmış ancak kamil bir tebliğ yapılmamış insanların kurtuluşu ümid edilebilir.

         İmamı Rabbani ise ehli fetretin iman etmemekle cennete layık olmadıklarını, inkar etmemekle cehenneme de girmeyeceklerini, hayvanlar gibi kul haklarının kısası yapılıp tekrar toprak olacaklarını mektubatında beyan etmiştir.

         Tur süresinde Hz.Musa'nın firavunun sorduğu önceki kavimlerin hali ne olacak sorusuna, onun ilmi rabbim katında kataptadır, rabbim ne şaşırır ne unutur demesi, açıkça onların ehli cehennem olduğunu beyan etmemesi de, ehli fetretin hesabının bir derece muğlak olduğunu ifade eder niteliktedir.

          Demek ki, meselenin can alıcı noktası ehli fetretin kim olduğu hususudur. Eğer ehli fetretin sınırı geniş tutulursa, insanların müslüman olmasa da canını cehennemden kurtarma ihtimalini akla getirir. Bununla beraber açıkça yahudi ve hristiyanlar cennete girecek demek zındıklık olur. Çünkü bir kimse yahudi veya başka bir dinden ise, yani indi ilahide ehli fetret değil ise, cennet ona haramdır. Allah'ın açıkça kafir diye tesmiye ettiği teslis ehlini cennet ehli saymak Kuran'a zıddır. Şöyle denile bilir, ehli fetret olmak,  Allah'ın indinde, kişiyi hristiyanlıktan çıkarıyordur, Allahu alem.

      Bazı alimler kişinin islam adını duymak onu ehli fetret olmaktan çıkarır demesi ise akla uzak geliyor. Eğer sadece isim duymak ile kişi mesul oluyor ise ehli fetret kavramı manasızlaşır.

     Peygamberimizin cömertliği ile meşur ehli fetretten Hatemi Tayy için onu rüyamda beyaz elbiseler içinde gördüm, cehennem ehli olsa beyaz elbiseli görmezdim demesi, yine bir ehli fetret için Allah'ın onu tek başına bir kavim olarak haşr etmesini umuyorum demesi bu hususta yine bize bir derece yol gösteriyor.

       Dinler arası diyalog safsatasının tevellüd ettiği islamı hak bilip teslise inanmayan kendice bir hristiyan anlayışı içinde kalmak, çifte pasaport gibi çift dinli olmak yolu ise açıkça sapılıktır. Peygamberler arasında muhayyermişiz gibi, hangisinin şeriatını beğenirsek ona bağlanabilirz denemez. Diğer dinlerin şeriatleri mensuhtur. Peygamberimizin iman eden yahudileri sebt gününe riayetten men etmesi buna açıkça bir delildir.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

İslamda tasavvuf var mı?




          Tasavvuf islam ümmetinin beslendiği en temel damarlardan olduğu halde, şimdilerde eleştirilerin odağında kalmış bir müessesedir. İnsanlar ekseriyetle ilk duyduklarını hakikat kabul ettiklerinden veya hayat tarzlarına uygun olan dini görüşlere tabi olduklarından, bir defa modernist veya vahhabi oldularmı insafı elden bırakıp tasavvuf aleyhine iftiralar veya maksatlı çarpıtmalarla dolu propagandalarda bulunuyorlar.

         Tasavuffun ne olduğunu tasavvuf ehlinden bir defa olsun okuyup dinlemeyenler, neden islam hakkında ateislerin yaptığı yorumlarda ki tarafgirliğin pek ala tasavvuf hakkında da muarızları tarafında ortaya konabileceğini düşünmez?

       Tasavvuf ehli tasavvufun tarifi olarak çokça beyanlarda bulunmuşlardır. Bunların en güzeli ve topluca olanı hadiste de buyrulduğu üzere ihsan, yani Allah'ı görür gibi ibadet etmektir, hiçbir nefes haktan gafil olmamak halidir.

         Kuran ve sünnetin esas maksadı olan tezhibi ahlak uğraşı mutasavvıfların bariz tehassüs ettikleri sahadır. Zühd ve takva onların tarzı hayatlarıdır. İlimi amel için kılmak şiarlarıdır. Allah yolunda ömürlerini bezl etmek, insanları hakka davet etmek nebiden kendilerine tevarüs eden yoldur. Amelde ihlası tahsil ve muhabbetullaha vuslat başlıca gayeleridir.

      Kişinin bir mürşid tutmadan, yani tasavvuf yoluna süluk etmeden bahs edilen hakikatleri tahsili mümkün müdür? Tasavvuf şart mıdır? Mümkündür ve şart değildir. Şart olan bir insan kendinde bulduğu kibir, hased, gazap, şehvet, tamah gibi kötü ahlaktan kurtulması, ahzab suresi 41. ayette buyrulduğu gibi allahı çokça zikreder olmasıdır. Bu gibi halleri tahsil kendisine müyesser olan kişi zaten bazı haller muşahede etmeye başlayacaktır. Peygamberimizin peygamberlikten evvel içinde bulunduğu yanlızlıktan hoşlaşma, uzun tefekkürlere dalma, oruç ve zühd yoluna yönelme, görülen rüyaların aynıyle çıkması, vucudda veya afakta bazı garip haller görürme gibi... Bu hallere kendisine nasib olan kişi eski mutasavvıflar gibi kendilerine bir mürşid aramaya koyulabilir veya kendileri yolllarına devam edebililer. Kurana bağlı kaldıkları müddetçe başları da ağırmaz.

    Peki tasavvufun itiraz edilen tarafı nedir? Bu anlatılanlarda kimsenin itiraz edeceği birşey yok diyeceksiniz. Zaten tasavvuf diye milletin inkar ettiği ve eleştirdiği çoğu şey tasavvufun aslından olmayan şeyler.

  Mesela tasavvuf ehlinin sünnete gelmeyen şekilde zikr etmeleri bu itirazlardandır. Zikir etmeli, her nefes gafletten uzak huşu üzere kalmalı, bu kabul ediliyor,  bu hali ele geçirmek yolları neler olmalı? Tartışılan bu. Belki bu hususlar karşılıklı saygı çerçevesinde tartışılabilir. Zaten ulema arasında da tartışma sürmekte.

    Tasavvuf bize diğer dinlerden geçti iddiası diğer bir mesele. Tasavvufun islam içinden doğduğu gayet açıktır. Peygamberimizin peygamberlikten önceki halleri ve sonrası, ilk devir zahidlerinin halleri ortada. Bazı benzerlikler vardır. İslamın kendinin yahudiliğe bezemesi, veya dinlerin genel olarak birbirine benzemesi gibi makul karşılanacak şeylerdir bunlar. Mesela zikirin meditasyona veya yogaya benzemesi gibi. Namaz dediğimiz şey hintlerin namas te derken kullandıkları namasdır. Her dinde bir aşkına yönelmek vardır. Arapça karşılığı ise salahdır. Salah ise tevella fiilinin zıddı olarak kullanılmıştır. Tevella yüz çevirmek demektir. Demek salla yani namaz cenabı hakka yönelmek demektir. Sahabenin namazda kendini meşkul eden bir ağacı kestiği meşurdur. Demek sadece zikir değil, namaz da meditasyona gayetle benziyor.

        Rabıtadan maksat muhabbet bağıdır. İnsanın sevdiğine meyli zahirdir. Sevdiğine özenmek ve onun gibi hareket etmek hassası insanda meknuzdur. Şeriatte sünnet dediğimiz şey rabıtadan ibaret bir şeydir. Peygamber kendi yapıp yapılmasını emretmediği bir işi yapmak ona benzemek aşkı değil de nedir? İnsan bir zatı kendine üstad tanıdığında konuşması susması o zata benzemeye başlar, bu iradi veya gayri iradi olabilir ve bu normaldir. Peki bu gözüü yummak ve şeyhi düşünmek nedir? Muhabbeti noksan olan veya mürşidi ile uzun müddet bir arada olamamış kişilerin muhabbetleri artsın için verilmiş bir reçetedir. Tartışılabilir.

        Peki şeyhe itiraz neden yasaktır? Tasavvufun aklı körelttiği insanları alçalttığı çarpıtmalarının mesnedi olan bu kaidenin hikmeti müridi korumaktır. Bir kişinin babasına itiraz edip gönlünü kırması o kişinin başına bin bir türlü bela açtığı malumdur. Bu Allah'ın bir kanunudur. Sende hakkı olan birinin gönlünü kırar isen, vefasızlık etmiş olursun ve başına bir bela gelir. Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim (Buhârî, Rikak 38.) hadisi meşurdur.

       Peki vahdeti vücut ve benzeri görüşleri ne edelim. Vahdeti vücut gündüz yıldızların görülmemesi gibi, ibadet ve zikirde çok çalışan kişinin gözünden her şeyin silinmesi halidir. Kişinin kendi ilah falan sanması ile alakası yoktur. Vahdeti vucut yazımıza bakılabilir.

        Bununla beraber tasavvuf, ithamlardan, bazı fraksyonlar üzerindan toptan üzerine yürünmelerden de salim kalamıyor. Tasavvufun aleyinde olan modernistler ve vahhabiler olmak üzere başlıca iki gurubun eleştirilerinin birbirleri ile mutabık olması şaşırtıcıdır.